Akşam alacasında, deniz kokusunun sahili yaladığı noktada kumsala notalar dökülüyor. Bir kıyı kasabasının masmavi beldesinde, dakikalar içinde denize karşı ezgilerin ardına takılıp, çok uzaklara yolculuğumuz başlıyor. Yaşamın gitgide artan kargaşasına karşı müziğin dinginleştirici etkisini duyumsarken, gökyüzünde yıldızlar çoğalıyor, denize yakamoz düşüyor.
Ege’nin güneşini, bereketini, cömertliğini sergilediği bu özel yerde, duygularını müzik diliyle anlatmayı seçen sanatçı Fahri Ünsal, gitarı ve sesiyle dinleyenlerin rıuhuna işleyerek ilham oluyor.
Sanatçı, Sivas'ta eğitimci bir ailenin evladı olarak başlayan yaşamını, Adapazarı, İstanbul ve İzmir'in ardından, Didim'in Mavişehir beldesinde sürdürüyor. Fahri Ünsal, her halin bin bir rengini ezgilere yansıtırken, müziğin evrensel kapsayıcılığı ile birçok duyguyu aynı anda yaşamamıza olanak sağlıyor. Sahil boyunca insanlar, kimi zaman dinleyerek, kimi zaman da eşlik ederek aynı ezgide, aynı güftede sanatçı Ünsal'ın icra ettiği tüm şarkılarla bütünleşiyorlar.
Siyasal Bilimler mezunu ve idareci olarak da görev yapmış olan Fahri Ünsal'ın yaşamında müzik hep önemli bir yer tutmuş. Emekliliğinin ardından en sevdiği işi yapan sanatçı, kendine özgü bir duruş sergiliyor.
"Müziksiz bir Dünya, çok yavan olurdu" diyen Fahri Ünsal'ın sözlerini yazıp, bestelediği "Hayat Bu Kadar Kötü Değildir" isimli eseri 1974 yılında Eurovision Şarkı Yarışması'na gönderilen 4 şarkıdan birisi olarak dikkat çekiyor.
Ruhumuzu zenginleştirip, yaşantımızı büyülü kılan müziğe gönül vermiş konuğum sanatçı Fahri Ünsal ile söyleşimiz yaşam öyküsünden konuşarak başlıyor. Köy Enstitüsü mezunu anne babanın çocuğu olduğunu söyleyerek özyaşamını anlatmaya başlıyor:
"Sivas'ın Hafik ilçesinin Üç Tepe köyünde doğmuşum. 1500- 2000 civarında kitap olan evde büyüdüm. 1940'lı yıllarda öğretmen okulu öğrencilerinin gölün kenarında yapmış oldukları bina hala duruyordu.
5 yaşındaydım, ailecek Adapazarı'na göçtük. 1958 yılından 1996'ya kadar Adapazarı'nda yaşadım, orada şekillendim. Sivas'tan geldiğimdeki şivem de değişip, beğenilerimi de liseye kadar eğitimimi aldığım bu şehirde edindim.
Siyasete karşı bir merakım vardı. 1972 yılında, Şişli Siyasal Bilimleri Yüksek Okulu'na 2. sıradan girdim. 1974 yılında olaylar çok fazlaydı. İkinci sınıfta eğitim görürken, okula ara verip, Adapazarı'na gittim. İşe girdim ve aynı zamanda müzisyenlik de yapıyordum. 'Altın Zincir' adında çok güçlü bir rock grubumuz vardı.
1978 yılında yıllardır aşık olduğum Nurcan ile evlendim. Oğlumuz Utku Fırat 1980 yılında doğdu. 1982 yılında okulumu bitirip, 1983'te İstanbul Çekmeköy'de askerlik görevimi yerine getirdim. Askerlik sonrası orta ölçekli bir yol yapı firmasında işe başladım. Çalışma nedeniyle müzike ara vermek zorunda kaldım ama gitarı elime almadığım bir gün yoktu. Şirket 1996 yılında İstanbul'da şube açınca oraya gittim.
2002 yılında emekli olunca beni bırakmadılar, devam ettim. 2009'da tam emekli oldum ama evde duramıyordum. Elimde gitarım, bir de sandalye alıp, Bağdat Caddesi'nde çalmaya başladım. Baktım böyle olmuyor. Akustik gitar alıp, çantasını da yolun ortasına koyarak Şaşkın Bakkal'da caddede çalmaya başladım. Bir de incir ağacı buldum, o beni dinliyordu. Ben incir ağacının altında, arkamda Büyükada, Heybeliada, Burgazada vardı. Bir de Perihan isimli severken tırmalayan, haşin bir kedi vardı ve korkunca çantama sığınıyordu. 7 sene yaz kış aralıksız çaldım.
Çok yaratıcıyım. Örneğin hatmi çiçeği gövdesinden iskelet yapıp, sigara kolileri kullanarak, dört raflı ayakkabılık yaptım. Her çeşit tamirat işi elimden gelir. Buraya geleli annemin musluk tamirini yaptım. Mekanik her şeyi çözerim ve elektrik tamiratı da yaparım."
"Sivas, Adapazarı, İstanbul, İzmir, Aydın-Didim'de yaşamış ve çalışmış bir kişi olarak kendinizi en mutlu hissettiğiniz kentin hangisi olduğunu, nedenleriyle birlikte öğrenmek istiyorum"
"Kendimi en mutlu hissettiğim yer Didim-Mavişehir. Çünkü 2 oda, ortam güzel, kafam boş. Zaten ne ister ki insan...
Biz Ege'ye İstanbul'un stresinden, kira yüksekliğinden kaçtık. Eşime 'Bu kiralar, buradan kaçın diyor, bize.' dedim ve 15 günde İzmir'e taşındık. Hemen arkadaş edindim, bu kez de İzmir'de sahilde ve yaz aylarında da Didim Mavişehir'de müzik yapmaya devam ettim."
"Seslendirdiğiniz şarkılar müziğin çeşitli türlerini kapsıyor. Sizin en çok sevdiğiniz müzik tarzı nedir?"
"Rock müzik seviyorum. Jeff Lynne, Led Zeppelin, Cream'ı severim ve Bartok'a taparım."
"Müziğin yanı sıra sanatın diğer alanlarındaki çalışmalarınızdan söz eder misiniz?"
"Adapazarı'nda yaşadığım yıllarda Atatürkçü Düşünce Derneği'nin tiyatro grubundaydım. Oktay Arayıcı'nın Rumuz Goncagül adlı eserinde Komiser Ramazan rolünü oynadım. İstanbul'a gittikten sonra 2000 yılında bir gazete ilanı gördüm. Seçmelere katılıp, Timur Selçuk'un Beyaz Güvercin adlı şarkısını söyledim. Beni oyunun kadrosuna aldılar, daha sonra sahne amiri oldum. Sefiller'de de oynadım.
Levent Kırca 'Son' isimli bir film çekti. Kameraman rolünü oynadım. 2002 yılında Viyana ve Paris'e gittik."
Fahri Ünsal 2009 yılından bu yana sokak müzisyeni olarak herkesin yüreğine müzikle dokunuyor. Eğitim gördüğü meslek yerine yaşamını müziğe adamasının nedeni sorduğum sanatçı şöyle yanıtlıyor:
"Ünvanları sevmem. Eğitimini gördüğüm meslekte Personel Müdürü olup, oradan emekli oldum. Ancak hayat beni böyle getirdi."
"Ailede sizin dışınızda müzik ile ilgilenenler var mı?"
"Oğlum Utku Fırat Ünsal, müzik eğitimi aldı ve bu alanda çalışmalarını sürdürdüğü Amerika'da yaşıyor. İzmir 9 Eylül Üniversitesi Klarnet Bölümü'nden mezun olduktan sonra Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Müzik Kompozisyon okudu. Miami'de Yüksek Lisans'ını tamamlayıp, Menfis Üniversitesi'nde doktora yaptı. Oğlum, şu anda Profesör Asistanı oldu. Müzik direktörü ve kompozitör olarak görev yaparken, özel ders de veriyor."
Renkli bir çalışma yaşamı olan sanatçı konuğuma, anılarından söz etmesini istiyorum, Fahri Ünsal anlatıyor:
"İstanbul Çiftlik Park'ta sonradan yanan büyük çadırda sefilleri oynuyorduk. 1 akşam sanatçı Genco Erkal oyunu izlemeye geldi. 150-200 oyuncu varken hiç kimsenin O'nu tanımaması büyük bir gaf. Ben Genco Erkal'ı görünce hemen yanına gidip, konuştum. Sonra Genco Erkal, Tekin Siper'in yanına gitti. O da çok heyecanlandı, sahnede rol yaparken fenalaştı, düştü. Aramızda 2 metre mesafe var ama sahne disiplini nedeniyle oraya fırlayıp, yardım edemedim. Sonra kalkamayıp, çırpınınca yardım istendi. Doktor geldi, ambulans ile hastaneye gitti. Oyun da sona erdi, Tekin Siper, istediği gibi sahnede rahmetli oldu.
Oya Başar çok naif bir insandı. Levent Kırca ve Oya Başar'ın çok ilgisini ve takdirini gördüm.
Bir de 'Kim Milyoner Olmak İster' yarışması ile ilgili anım var. Kenan Işık'ın son programlarından birinde yarıştım. Soru şöyleydi:
'Arapça'dan Fransızca'ya geçen Şifre sözcüğü şunlardan hangisidir?
Sıfır, Örtü, Casus, Basamak'
Analiz yaptım. Arapça'da 3 sessiz harften oluşan kökler vardır. Örneğin MSR kökü, masraf, müsrif gibi sözcüklerin köküdür. Şifre ve Sıfır için köklerin SFR olduğunu düşünüp, cevabı sıfır olarak verdim. Ama yanlışmış ve doğru cevap da 'Basamak'.
Yarışma çok iyi gidiyordu ve bir de kullanmadığım jokerim vardı. 15 000 TL ile dönmek bende travma yarattı. Günlerce uyuyamadım.
'Güven Bana' yarışmasına da da katıldım ve oyunu bozdum. Butona basmadım, basamam da. Karşımdakine öyle şeyler yapamam. "
Fahri Ünsal'a 'İnsanlarla ilişkileriniz nasıldır, bir sanatçı olarak kalplerde nasıl bir etki bıraktığınızı düşünüyorsunuz?' diye soruyorum.
Müziğini dinlerken ağlayan çok kadın olduğunu, insanları etkilediğini düşündüğünü ve enerjisinin çok yüksek olduğunu ifade ediyor. Türkçeyi doğru kullanmaya özen gösterdiğini vurgularken, bunun önemine de dikkat çekiyor ve spikerlerin bile dilimizi yanlış kullanmasından şikayet ediyor.
"Türkiye'de bir gerçek var, O da Atatürk. O bir dahi ve eşi yok." diyen sanatçı Fahri Ünsal; 'Doğadan Çaldığın Yeter, Doğa İçin Çal' Sloganıyla Yola Çıkan Projede Çökertme adlı türküde kısa bir bölüm seslendirmiş.
1974 yılında Eurovision Şarkı Yarışması'na gönderilen 4 şarkıdan birisi olan söz ve müziği kendine ait 'Hayat BuKadar Kötü Değildir' şarkısını seslendirerek, söyleşiyi renklendiriyor:
"Etrafına bak
Gör neler kaybettiğini
Kötümserliğin neleri yok ettiğini...
Hayat bu kadar
Kötü değildir
Umut vardır içinde, içinde
Umut vardır içinde.
Parlayan güneş
Aydınlık müjdeliyor.
Ruhunda sevinç ufuklara gidiyor...
Hayat bu kadar
Kötü değildir
Umut vardır içinde, içinde
Umut vardır içinde.
Bir bebeğin doğuşunda
Bir çiçeğin açılışında
Hayat bu kadar
Kötü değildir
Umut vardır içinde, içinde
Umut vardır içinde."
"Benim en iyi bildiğim şey; hiç bir şey olmadığımdır." diyecek kadar alçak gönüllü bir insan olan sanatçıya bu içten söyleşi için teşekkür ediyor, müzik dolu nice yıllar diliyorum.
Ropörtaj: Mine Akçakoca Özgür