Yıllardır sürüncemede kalan internet gazeteciliği basın olarak kanunen kabul edilmiyordu. İnternet medyasının beklediği yasa yoğun çalışmalar sonucunda TBMM’de gündeme geldi.
İnternet gazeteciliğini yasalaştıran bu çalışmaya 2 farklı bakış açısı var. Bunlardan 1.si meclisten geçtiği şekliyle kabul edenler, 2.si bu yasanın bir sansür yasası olduğunu ifade edenler.
Şimdi yasa teklifinde TBMM’ye gelen kısmı ile başlamak istiyorum.
İnternet 'kamusal alan' niteliği taşımaktadır. Yasanın amacı burada hizmet veren platformlara, yayıncılara ve servis sağlayıcılara yükümlülükler getirmektir.
internet haber sitelerinin süreli yayın kapsamına alınması
Erişim Sağlayıcıları Birliği'nin görev ve yetki alanının genişletilmesi
Erişim engelleme konusunda içerik ve yer sağlayıcının nerede bulunduğu ile değişen yetki farkının giderilmesi
Yeni yasa ile künye belirtmeksizin internet haberciliği yapmak mümkün olmayacak. Bir gazete için geçerli kurallar internet sitesi için de geçerli olacak. Dolayısıyla haber siteleri de içeriklerinden yasal olarak sorumlu tutulacak. Bu yasal zemin aynı zamanda internet medyasının ilan almak suretiyle gelirlere kavuşması anlamına da geliyor. Ek olarak “internet haber sitesi” ibaresi Basın Mevzuatı'na girecek. Böylece bu platformlarda çalışan kimseler artık Basın İş Kolu üzerinden mesleklerini icra edebilecekler. İnternet medyası bu güne kadar ticaret odalarına “telefoncu” “bilgisayarcı” hatta ''tesisatçı'' gibi faaliyet alanlarıyla ilgisiz alanlar üzerinden kaydediliyordu zira kendileri için tanımlanmış bir NACE Kodu yoktu.
Bu yasaya dek internet merkezli haber sitelerinde çalışan medya emekçileri Basın Kanunu ile gazetecilere tanınan haklardan yararlanamamaktaydı. Gazetecilere tanınan hak ve imtiyazlardan faydalanmak için sahip olunması gereken Basın Kartı yeni yasayla birlikte şartları karşılayan internet habercilerine, spikerlerine, editörlerine ve yayıncılarına da verilebilecek. Dolayısıyla Basın Kanunu kapsamına alınmaları ile fiili durum, hukuki duruma uygun hale gelecek.
TCK’ya "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığı ile Madde 217/A eklenecek. “(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır."
Yeni düzenlemede suçun oluşması için şu beş şart aranacak:
1. Yayılan haber gerçek olmamalıdır.
2. Ülkenin güvenliği ve kamu sağlığı ile ilgili olmalıdır.
3. Halk arasında panik, korku ve endişe oluşturma kastı taşımalıdır.
4. Kamu barışını bozmaya elverişli olmalıdır.
5. Aleni (yani ilgisi olmayan kişilere ulaşabilir) olmalıdır.
Düzenleme bir kimsenin “yalan söylemesi” durumuna indirgenebilecek nitelikte değildir. Zira söz konusu yalanın toplumu etkileyecek düzeye gelmesi halinde dahi bu eylem ancak diğer 4 şartın da oluşması halinde suç olarak görülmektedir. Bu maddenin ''dar yorumlanabileceği'' yönündeki kaygılar bu anlamda yersiz kalmaktadır. ''İfade” kapsamındaki suçların çoğu gibi araçsallaştırılması riskine dikkat çekilmesine karşın bu bağlamdaki dosyaların pek çoğunda değerlendirme kriterleri Yargıtay’ın yaklaşımlarına ve AYM’nin kararlarına göre gelişmektedir.
Bilmeden yanlış bir bilgiyi yaymak, bir resim üzerinde oynamak, gerçek olmayan içerik üretmek, ses veya fotomontaj yapmak suç olarak nitelendirilmemektedir. Suç niteliği atfedilen alan oldukça sınırlı ve belirgin olma özelliği taşımaktadır.
Buraya kadar yazılanlar basın mensubunun uyması gereken kurallar değil midir?
Yalan, iftira, küçük düşürücü haber yapmak bu güne kadar suç değil miydi? Bu şekil haber yapanlarımız yargılanmadı mı?
2. Kısma gelirsek iktidarın bunu sansür tehdidi olarak kullanacağı düşüncesine sahip olan meslektaşlarımız.
Ben bu konuda kendi ilçemden hatta şehrimizden örnek vereceğim.
Hükümetin aldığı tasarruf tedbirleri kapsamında hepimizin öncelikli gelir kaynağı olan belediyelerden aldığımız destek yok oldu.
Belediyeler bu tasarruf tedbirlerini nasıl deliyor? Editoryal çalışmalar ile gazetelere destek oluyor. Ama hangi gazetelere kendi belediyelerinin eksiklerini, belediye başkanının hatalarını görmeyen dile getirmeyen, yazmayan, sorgulamayan gazetelere destek veriyor.
Eleştirdiğiniz an gecenin bir vakti telefon ile aranıp “bu haberi kaldır istersen… Zaten zar zor yayın hayatınızı sürdürüyorsunuz. Belediyeden aldığınız 3 kuruş destek kesilmesin.” Tehtidi alıyorsunuz. Akabinde haberinize güvendiğiniz için, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğünü savunduğunuz için haberi kaldırmayarak dik duruş sergiliyorsunuz.
Sonuç mu?
Tabi ki belediyenin desteği kesiliyor. Ekonomik ambargo sansürün bir şekli değil midir?
Yasal olarak hakaret, iftira, küçük düşürücü yayın yapmadıktan sonra gazetecilik eleştiri gerektirmez mi?
Gazetecilik; gördüğünü, edindiği bilgiyi, düşüncesini kamuoyu ile paylaşmak değil midir?