Tarih, sessiz tanıklarıyla doludur. Bazı çığlıklar duyulmaz, bazı acılar anlatılmaz, bazı ölümler kayıtlara bile geçmez. Mezhep savaşlarının kanla mühürlendiği Ortadoğu’da, insanlık bir kez daha vahşetin içinde kayboluyor. Suriye’de Aleviler, yalnızca inançları nedeniyle yok edilmek istenirken, dünya bu zulmü izlemekten öteye geçemiyor.
Oysa katliamın dini, mezhebi, ırkı olmaz. Ancak tarih boyunca mezhep savaşları, sadece inanç farklılıklarıyla açıklanamaz; bunlar, siyasi güçlerin en eski ve en etkili araçlarından biri olmuştur. İnsanlık, defalarca aynı hataları yapmış, hem bile bile hem de göre göre bu kanlı oyunun bir parçası olmuştur.
Bugünün savaşları artık topla, tüfekle değil; böl, parçala, yönet taktiğiyle yürütülüyor. Mezhep ayrımları, Ortadoğu’da halkları birbirine düşürmenin en güçlü silahı haline getirildi. Küresel güçler, önce milletleri bölüyor, sonra “barış” bahanesiyle bombalıyor ve geride sömürgeleştirecek bir enkaz bırakıyor.
Kanlı Tarihin Yankıları
Her katliam, bir çocuğun yetim kalması, bir annenin gözyaşlarının toprağa karışmasıdır. Bir mezhebin suçlu ilan edilmesi, bir halkın köyleriyle, tarihiyle, umutlarıyla yok edilmesidir. Oysa insan, doğduğu kimlikle değil; acılarıyla, korkularıyla, sevdikleriyle insandır. Ama işte coğrafyanın laneti burada başlar: Birileri, insanı sadece aidiyetiyle tanımlar.
Suriye’nin dar sokaklarında yankılanan çığlıklar, tarihte duyduğumuz son çığlıklar değil. Hafızalarımızı biraz zorlarsak, benzer sahnelerin Bosna’da, Irak’ta, Lübnan’da örmeklerini görmek mümkün…
Düşünün… Bir sabah uyandığınızda, adınızın, inancınızın, doğduğunuz toprakların sizin için bir ölüm fermanına dönüştüğünü fark ediyorsunuz. Kapınızı kimin çalacağını, hangi sokakta pusuya düşeceğinizi bilemeden geçen günler… Ve sonra bir gün, hiçbir şey olmamış gibi dünya dönmeye devam ediyor. Oysa bir halk, sessizce eksiliyor.
Bütün Bu Sessizlik Kimin İçin?
Dünyanın en acımasız gerçeklerinden biri şu ki: Sessizlik de bir tercihtir. Suriye’de Aleviler katledilirken, büyük devletlerin diplomasi masalarında çizdiği haritalar daha fazla önem kazanıyor. Haberlerde birkaç satır, birkaç istatistik, birkaç rakam… Ama o rakamların içinde bir babanın kanlı duvara kazıdığı son dua, bir çocuğun korkudan titreyen sesi var.
Çocuklukları çalınmış çocuklar, füze parçalarını oyuncak sanıp oynadılar. Bazen patlamamış el bombalarıyla… Ölümün ne olduğunu bilmeden, ölüme kafa tutar gibi. Bu topraklarda ölüm, artık sıradanlaştı.
Peki, bütün bunları görmezden gelenler, kendilerini tarihin hangi tarafında bulacaklar? Bir katliamı izleyip sustuğunuzda, katillerin yanında durduğunuzu ne zaman fark edeceksiniz?
Ve daha da önemlisi, komşu ülkede oynanan bu mezhep oyunlarının bizi hedef almadığının garantisi var mı?
Eğer acıyı ancak sıra bize geldiğinde hissediyorsak, bu dünyada hepimiz savunmasız ve yapayalnızız.
Bizler, sadece öfke dolu paylaşımlar yapmak yerine, bu adil olmayan dünya düzenine en güçlü cevabı vermeliyiz:
Katliam, herkese katliamdır.
Acının, zulmün, insan olmanın mezhebi, ırkı, milleti olmaz. Aksi takdirde, yalnızca kendi mezhebimizin adını anarak isyan etmek, bizleri de farkında olmadan bölünmüşlüğün içine çeker. Oysa bütün halkların kaderi ortaktır. Bugün Aleviler hedefse, yarın kim olacağına karar verecek olanlar yine güç sahipleri olacaktır.
Zulme karşı durabilmek, herkesin güvencesidir. Çok değil, daha dün Gazze’de soykırım yapıldı, Çin’de Uygur Türkleri katledildi, Bosna kan ağladı…
Uygur Türkleri katledilirken dünya Türk olmadığı için sustu. Bosna kan ağlarken dünya Müslüman olmadığı için sustu. Gazze’de insanlık soykırıma uğrarken, bu dünya belli bir kesimin meselesiymiş gibi davrandı.
Bugün Aleviler katledilirken susmak, aynı zihniyetin bir parçası değil mi? Ateş hep düştüğü yeri yaktı; evrensel olan acıyı nasıl da sınıflandırdı insanlık…
Oysa acının dini olmaz. Haksızlığa karşı durabiliyorsam, hissedebiliyorsam insanım.
Tarih Unutur mu?
Belki de en acısı şu: İnsanlık kendine ihanet ettikçe, tarih olan biteni unutmak zorunda kalır. Yıkılan evlerin, boş kalan sofraların, küle dönmüş kitapların içinde bir halkın yok edilme hikâyesi yazılır. Ama kimse dönüp o sayfaları okumaz.
Suriye’de Alevi olmak, yalnızca bir mezhebin adı değil, aynı zamanda varoluşun, direnmenin, ölmeden önce öldürülmenin hikâyesidir. Ve bu hikâye, bir gün tarihin unutulmuş satırları arasında kaybolursa, dünya yeni katliamlara kapı açtığının farkında olacak mı?
Çünkü bir halkı tamamen ezmek zordur. Önce bölmek gerekir. Ve en kötüsü…
Sıra, mezhep fark etmeksizin herkese gelebilir.
Unutulmasın:
Ne terörün ne de soykırımın mezhebi, ırkı, kimliği olur.
Dünya, haksızlığa karşı tek yürek olamıyorsa, dilsiz bir şeytana dönüşmüşse, yarın sıranın kendisine gelmeyeceğini garanti edemez.
Halkla ilişkiler ve Tanıtım uzmanı
İletişimci ,Yazar
Feryal Kır