Geçtim klavyemin başına, televizyon ekranlarından yansıyan gündemi, yaşananları düşündüm.
Yazar kimliğimle kaleme uzandım, kelimeler kendiliğinden döküldü.
Basın Yayın mezunu olduğum gün, mesleğimin sadece teknik bilgilerden ibaret olmadığını, aynı zamanda büyük bir vicdani sorumluluk taşıdığını öğrendim. Mezuniyetimde, ders kitaplarının arasına saklanmış bir yemin gibi hissettiğim o etik ilkeleri, bugüne dek gönlümde taşıdım. Kalemimi yargılamak için değil, anlamak ve anlatmak için elime aldım.
Bu yazıyı da, tüm kimliklerimden, inançlarımdan ve ideolojik bakışlarımdan sıyrılarak; sadece doğruyu arama gayretiyle kaleme alıyorum.
İnsanlığı iyiye taşıyacak olan, sözde özgürlük adı altında barışa ve vicdana zarar veren yayınlar değil; tam aksine, doğruyu kimliklerden bağımsız biçimde, özgürce yazmak ve savunmaktır.
Ben de bu hassasiyetle kalemimi tutuyor, her zaman insanlık için doğru olanın yanında durmayı seçiyorum.
Son günlerde Leman Dergisi’nin insanların kutsalını hedef alan karikatürü, bu hassasiyeti taşıyan; inanan ve inanmayan, vicdanı olan herkesi harekete geçirdi.
Söz konusu derginin savunması ise böylesine duyarlı bir konu için oldukça yüzeysel ve ikna edicilikten uzaktı.
Hatta “Acaba?” diyen pek çok kişi, açıklamanın ardından bu yayının bilinçli bir provokasyon içerdiğine kanaat getirdi.
Herkes, içinde yaşadığı toplumun kutsalları, hassasiyetleri ve değerleri konusunda bilinçlidir; çünkü o toplumun bir parçasıdır, orada büyümüştür.
Hele ki o toplumun sesi olma iddiasını taşıyan, yılların deneyimine sahip, halkın nabzını tutan bir yayıncıysanız;
kullandığınız her kelimenin, her çağrışımın anlamını çok iyi bilirsiniz.
Eğer bir karikatürde geçen isimler gören herkeste aynı hissiyatı uyandırıyorsa ve buna rağmen yayıncısı hâlâ “niyetimiz kötü değildi” diyorsa,
özgürlük adına savunulanın artık iyi niyet değil, sorumsuzluk ya da bilinçli tahriktir.
Mesele Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi olmak değildir.
Mesele, bir yayının; insanlığın ortak vicdanına, inançlarına ve sembollerine, “ifade özgürlüğü” kisvesiyle saldırmasıdır.
Ve bu saldırının toplumsal kutuplaşmaya, provokasyona ve iç karmaşaya sebep olabilecek boyutta olmasıdır.
Basın Yayın mezunu bir iletişimci olarak, tüm kimliklerimi geride bırakıp yalnızca meslek ahlakıyla baktığımda dahi,
bu yayınla ilgili içimde uyanan his aynı: İyi niyet taşımıyor.
Eviriyorum, çeviriyorum… İnancımı bir kenara bırakıp sadece mesleki perspektifle değerlendirmeye çalışıyorum.
Ama yıllar boyu okuduğum kitaplar, dinlediğim hocalar, aldığım dersler… Hepsi bana aynı şeyi söylüyor:
Bu çizim, özgürlük değil; açık bir sınama, toplumsal sinir uçlarına dokunan bir deneme çalışmasıdır.
Burada üç olasılık beliriyor:
Ya bu yayını meslek etiğinden bihaber, sorumsuz kişiler hazırlıyor;
ya halk bilinçli şekilde kutuplara ayrılmak isteniyor;
ya da çizimi hazırlayanlar, Musa ve Muhammed isimlerinin yan yana geldiğinde ne anlama gelebileceğini kestiremeyecek kadar saf.
Diyelim ki bir hata oldu.
Fakat bu denli hassas bir içerik, yayınlanmadan önce birçok kez kontrol edilir.
Eğer buna rağmen yayımlanıyorsa, artık hata değil, tercih söz konusudur.
Ve bu tercih, iyi niyetli değildir.
Çünkü hangi dine, hangi inanca gönderme yapılırsa yapılsın, bu ülkenin vicdanı hassastır.
Ve bu vicdanla hareket eden bir kalem, aynı cümleleri aynı duruşla tekrar tekrar yazmak zorundadır.
İlk başta sadece bir karikatür sanıldı… İki isim: Musa ve Muhammed. İki figür, havada süzülen iki beden, iki selamlaşma. Ama içimize bir şey oturdu.
Anlamaya çalıştık.
Belki sadece denk gelmiştir dedik.
Belki Muhammed sıradan bir çocuk, Musa savaş mağduru bir sivil…
Belki bu çizim, barışın evrenselliğine bir çağrıdır… dedik.
Ama olmadı.
Çünkü çizginin altındaki niyet, kalbe batıyordu.
İsimlerin tesadüfi olmadığını sezdi insan.
Zamanlamanın da, simgelerin de bilinçli bir tercihle yerleştirildiğini fark etti.
Bu ülkede Muhammed dendiğinde bir çocuk değil, bir ümmet hatırlanır.
Musa dendiğinde sadece bir figür değil, bir tarih gelir akla.
Ve bu iki ismin yan yana gelişi, bir karikatür değil; bilinçli bir göndermedir.
Mizah, elbette özgürlüktür.
Ama başkasının en kutsalına dokunduğunda, artık sadece “mizah” değildir.
Düşünce üretmek başka, halkın vicdanına iğne batırmak başkadır.
Ve bu çizimde, iyi niyet yoktu.
Rahatsızlık yalnızca sembollerden değil; niyetin taşıdığı yüktendi.
Üstelik zamanlama da manidardı.
Tam da ülkenin ormanları yanarken, ciğerleri kavrulurken ortaya çıkan bu karikatür, insanın içini daha da yakıyordu.
Yanan sadece ağaçlar mıydı?
Yoksa belleğimiz, dikkatimizi dağıtmak için yakılan başka şeyler de var mıydı?
Bütün bunlar üst üste gelince, artık susmak mümkün değildi.
Çünkü bu kadar çok tesadüf olamaz.
Aynı anda hem yangın çıkar, hem inanç hedef alınır, hem halk kutuplaşmaya zorlanırsa…
orada sadece sanat değil, bilinçli bir ölçüm yapılmaktadır.
Kim neye ne kadar susar, kim neyi ne kadar sineye çeker diye gözlemlenmektedir.
İşte bu yazının amacı da tam olarak budur:
Yargılamak değil, ama göz yummamak.
Karalamak değil, ama sorgulamak.
Ve en çok da unutmamaktır.
Çünkü bu ülkede bazı şeylerin karşılığı vardır.
Çünkü biz ne yangınları, ne karikatürleri, ne de kalbimize batırılan dikenleri unutarak yaşayamayız.
Ve artık şunu çok iyi bilmeliyiz:
Gerçek iyilik, zamanla, niyetle ve saygıyla kendini belli eder.
O çizimde bunların hiçbiri yoktu.
Ve bu yüzden o çizim, sadece bir karikatür değil; açık bir mesajdı.
Ve biz o mesajı aldık.
İçimizi acıtsa da, sesimizi güzellikle çıkaracağız.
Ama sessiz kalmayacağız.
Çünkü bu milletin inancı, yangınla yok olmaz; karikatürle eğilip bükülmez.
Biz yaşadıklarımızı unutmadan, yandığımızı göstereceğiz.
Ama asla tükenmeyeceğiz.
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Uzmanı
İletişimci yazar
Feryal Kır