Suça Ortak Değilim, İnsanlığın Vicdanını Hatırlatıyorum
Daha önce Gazze’deki insanlık dramını kaleme almıştım; ama her geçen gün gözlerimin önüne düşen yeni acı manzaralar içimi paramparça ediyor.
Açlıktan can veren çocuklar… Korkudan titreyip nöbet geçiren bebekler… Evleri yerle bir edilmiş, umutları darmadağın olmuş aileler… Şiddet ve korkunun kokusunu taşıyan sokaklar, enkaz altında kalan oyuncaklar, yaralıların sessiz çığlıkları…
Ve tüm bu vahşete rağmen Gazze halkı onurla direnişini sürdürüyor. Çocukların gözlerinde büyüyen korku, sessiz çığlıkları, dünyayı izleyenlerin vicdanını sorgulatıyor. Dresden’de Nazi kamplarını gezdiğimde hissettiğim o iç titremeyi bir kez daha yaşıyorum; aynı öfke, aynı acı, aynı sessiz haykırış…
Ama zulüm sadece orada değil. Binlerce kilometre ötedeki Uygur Türkleri de benzer bir kıyıma maruz kalıyor. Evleri basılıyor, ibadet özgürlükleri ellerinden alınıyor, kültürel kimlikleri yok edilmeye çalışılıyor.
Çocuklar korkudan titreyip nöbet geçiriyor. Kadınlar ve erkekler onurlarına ve yaşam haklarına yönelik baskılar altında yaşıyor. Evlerinden koparılan aile bireyleri, gözyaşları içinde birbirlerine sarılıyor. Sessizlik ve korku her köşeyi kaplıyor.
Din, ırz, namus ve onur… Hepsi sistematik bir soykırım politikasıyla hedef alınıyor. Çin yönetimi, dünya gözleri önünde işlenen bu suçları gizliyor; sosyal medya denetimleri, iletişim kısıtlamaları ve resmi yalanlarla gerçekler örtülmeye çalışılıyor.
Bütün bu yaşananlara karşı bazı Müslüman ülkeler sessiz kalmıyor. Türkiye, Katar, Malezya ve Endonezya gibi devletler, diplomatik açıklamalar ve insani girişimlerle Gazze ve Uygur Türkleri için seslerini yükseltiyor. Aynı şekilde, Hristiyan ülkelerden İtalya, Norveç, Portekiz ve Vatikan da yaşanan vahşete dikkat çekiyor, uluslararası yardım ve diplomatik çağrılarla destek veriyor.
Dünyanın dört bir yanında insanlar sokaklara dökülüyor. Protestolar düzenleniyor, yürüyüşler yapılıyor, çığlıklar yükseliyor. İnsanların gözlerindeki öfke ve acı, insanlığın vicdanını uyandıracak bir çağrı niteliğinde. Her yürüyüş, her pankart, her slogan gökyüzüne yükselen bir çığlık gibi yankılanıyor; sessiz kalan her kalp sarsılıyor.
Ancak ne yazık ki çoğu devlet ve kurum, bu zulme karşı yeterince kararlı bir duruş göstermiyor. Çocukların açlıktan, korkudan ve şiddetten yıpranmış yüzlerini görmek, vicdanı olan herkesin yüreğini dağlamalı.
Sessiz kalmak, bu suça ortak olmaktır. Her gözyaşı, her çığlık, her sessiz acı, bizim harekete geçmemiz için bir çağrıdır. Bu çığlıklar, dünyanın dört bir yanındaki kalplere dokunmalı; yüreklere korku ve öfke karışık bir bilinç bırakmalı.
Gazze’den Uygur Türkleri’ne uzanan bu sessiz çığlık, insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatıyor bize. İnsan olmak, sadece nefes almak değildir; insan olmak, adalet ve vicdanın sesi olmaktır.
Bu dünyanın her köşesinde vahşet var; duyarsızlık da öyle. Önemli olan, insan olma onurumuz, empati yeteneğimiz ve her şeye rağmen sesimizi yükselterek adaletsizliğe dur demeyi bilmektir.
Gazze’deki çocuk da, Uygur Türkü çocuğu da… fark etmez. Zulüm her yerde zulümdür, vicdan her yerde çığlık atar ve insan olmak, bu çığlığa kulak vermeyi gerektirir.
İşte bu yüzden ben sesimi yükseltiyorum; sessizlerin sesi olmak, insanlığın kaybolan vicdanını hatırlatmak için. Çünkü her sessiz kalan kalp, insanlık onuruna ihanet etmiş demektir.
Ve unutmayalım ki; Uygur Türkü de, Gazzeli de… fark etmez. Vahşet dünyanın her yerinde vahşettir, duyarsızlık da öyle. Mesele insan olma onurunu, empatiyi ve her şeye rağmen adaletsizliğe dur demeyi bilmektir.
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Uzmanı
İletişimci, Yazar
Feryal Kır





















